ÖRNEK TESETTÜR

ÖRNEK TESETTÜR

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna. Başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak surette) koysunlar. Ziynet (mahal)lerini kendi kocalarından yahut kendi babalarından yahut kendi oğullarından yahut kocalarının oğullarından yahut kendi biraderlerinden yahut kendi biraderlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut kendi ellerindeki memlûkelerden, yahut erkeklerden yana ihtiyacı olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden, yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tövbe edin ey müminler. Ta ki korktuğunuzdan emin, umduğunuza nail olasını” (Nur 31).

Mümin erkek ve mümin kadın, Kuran’ın örtünme (tesettür) emrinden sorumludurlar. Tesettür emri Kuran’da çok açıktır ve başka bir yoruma ihtiyaç yoktur. Şüphesiz Kuran, Allah’ın sözü ve hükmüdür ve Rabbimiz insanlara ne vahyettiğini en iyi şekilde bilmektedir.

İnsanların tesettür (örtünme) ile ilgili yorumları, ileri-geri söz söylemeleri tamamen kendi nefislerinin dürtüleri, imanlarının yokluğu veya zayıflığının bir sonucudur. Allah’a hakkıyla teslim olmuş, O’nun azabından korkan ve O’nun vaadine güvenen bir takva sahibi mümin, nasıl olur da Rabbinin emrini tartışır? Nasıl olur da kendi arzusuna göre Allah’ın ayetlerini sağa sola büker? Kendini Kitaba uyduracağı halde Kitabı kendine uydurmaya kalkar. Bir insan, nasıl olur da Allah’ın hükmünü kendi aklına, kendi pozisyonuna, kendi zevkine, kendi hükmüne, kendi sistemine, kendi prensibine uydurmaya çalışır? Böyle bir tavır mümin kimselerin tavrı olamaz!

“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Böyle (yapmak) kendileri için daha temizdir.” (Nur, 30)

Tesettüre baktığımız zaman Müslüman bir kadının, ayetlerde nasıl örtüneceği belirtilmiştir. İnsan bu ayetlere ve sınırlara bağlı bir şekilde kendisine neyin farz kılındığını bilmelidir. Örtünmekle ahlaklarını ve mahremlerini korumuş olurlar. Bu örtünmenin sadece örtünmekten ibaret değil, başka şeylerde ifade ettiğini bilmelidir. Tesettürlü Müslüman olan kadınlar, neyin nerede nasıl olması bilirler. Onlar; ailevi ilişkilerinde, komşu ilişkilerinde, sosyal hayatta, kamuda ne şekilde davranmaları gerektiğini bilen kadınlardır. Ya diğerleri? Acaba bugünün kadınları Hz.Aişe’nin göstermiş olduğu gibimi örtünüyorlar? Allah’ın ayetlerine bu şekilde bir bağlılık varmı? Varsa da sadece örtü olsun diye mi? Yoksa onun bir şeylerin ifade ettiği bilinmiyor mu? Tesettürlü olup da kadın erkek helal haram tanımaz şekilde aynı ortamda ve beraberce oturup kalmaları acaba İslam’ın hangi ayetine bağlılık?

Müslüman kadınlar çocuklarına, komşusuna, arkadaşına, topluma nasıl örnek olabilir? Onun örneği tesettürüne sahip çıkarak, o örtünmeyi sadece örtü olarak değil, onun içini doldurarak örnek olabilir. Yok, eğer aksini yaparsa, kızına oğluna örnek olamaz. Çünkü anne örtülü ve örtünün iffet ve helal haram sınırlarını belirlediğini biliyor, fakat diğer kadınlardan hiçbir fark yok. Buna rağmen çocuklarına nasıl olurda helalden ve haramdan bahsedebilir? Bahsetse de hiç bir şey ifade etmez. Çünkü haramı anne işliyor. Anne kadın erkek ilişkilerinde sınırları korumuş olsaydı belki de çocuğuna helallerden ve haramlardan bahsetmesine gerek kalmayacaktı. Anne uygulamalı örnek olacaktı.

Tesettürlü kadınlar her haliyle Kuran’ın ifade ettiği gibi olmalıdır. Öyle bir örtünmelidirler ki İslam’ın güzelliğini yansıttığı için herkes hayran kalmalıdırlar. Kızının favorisi olmalı, büyüyünce annem gibi, ablam gibi teyzem gibi örtüneceğim demeli. Bir zorlukla karşılaşıldığı zaman seninle işim buraya kadar denilmemeli. Örtünmek bu olamaz. Örtü, kadının özgürlüğüdür. Özgür kadın nasıl olurda özgürlüğünü korumak yerine teslim olur. Özgür kadın başarılı olandır. Hak isteyen değil hakkını alandır.

Mesela Mısırlı Zeynep Gazali gibi. O, inancı uğruna davası uğruna hiçbir şeyden taviz vermemişti. Onlarca tehdide ve zorbalığa karşı vermiş olduğu mücadele takdire şayandır. 21. yüzyılın mücahide kadını. Diktatörlerin koltuklarını salladığı kadın. Neydi acaba onu bu kadar güçlü kılan? Elbette rabbe kulluk ve ondan başka ilah tanımayışı. Sulu zindanlar, açlık, işkence, eğitilmiş öldürmeyen işkence yapan köpekler, hastalık… Her şeye rağmen asla yıldıramamışlar mücahide Zeyneb’i. Başka bir Zeynep 70 kişilik kafileden Kerbela’nın susuz çöllerinden tek sağ kurtulan Hz.Hüseyin’in kardeşi. Evet, bizim örneklerimiz Zeynepler olmalıdır. Dünyalık çıkar için rabbimizin ayetlerini bir kenara bırakanlar değil.

Hakan AY

PİLAV YEME SANATI

PİLAV YEME SANATI

Gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız ve daha nice uzuvlarımız Allah’ın bir lutfu olarak bize bahşedildi. Bu nimetleri nasıl kullanacağımızı bilmek ve bu uzuvları haramdan sakınmak, bir Müslüman’ın bilmesi gereken bir durumdur.

            Haramdan sakınmak bir Müslüman’ın Bedir’i, Çanakkale’sidir. Müslüman adam haramdan sakınmak istiyorsa başkasına mahrem olacak yerleri örterek başlaması gerekmektedir. Bir erkeğin bir erkeğe karşı örtünme limiti en az göbekten dizlere kadar olması, bir kadının bir kadına karşı yine vücudunun bazı bölgelerini örtünmesidir. Bir erkeğin karşı cinsten olan birine karşı en fazla eline ve de yüzüne bakabilir. Erkeklerin kendini haramdan koruması bir bayanın kendisini haramdan korumasına göre çok daha zordur ve bundan dolayı Allah’ın önce erkeklere sesleniyor olması bu sebeptendir.

             Erkekler için de kadınlar için de gözlerini mahremlerine dikmesi haramdır. İrade dışı tesadüfî ilk bakış bağışlanmışsa da, karşıdakinin çekiciliği hissedildikten sonra ikinci defa bakmak, üçüncü defa bakmak ve bakmaya devam etmek helâl değildir. Çünkü gözlerin zinası işte bu şekilde bakmaktır diyor Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.).

Sultan Selim Çaldıran’da Şah İsmail’in devletini ele geçirdikten sonra devam edip Mısır’ın üstüne yürümedi. Şartların olgunlaşmasını bekledi, terbiye etti kendisini ve ordusunu sabırla. Çünkü o da farkındaydı ki, basit işler bitirilmeden büyük işler başarılamaz. Bunun en acı yanını yine bu devlet çekti:  Viyana’yı ikinci defa kuşatan Osmanlı ordusu pilavın en güzel kısmını yemek için acele davranınca tüm ordu perişan oldu.

            Örtünmek Allah’ın emri olduğu için onun emri yerine getirilmeden hiçbir şey yapılamaz. Sen daha bir elbiseye sahip çıkamıyor, bir tarafını kapatamıyorsun. Senden mücahit mi çıkacağını zannediyorsun.

            “And olsun, siz ölümle karşılaşmadan önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.” (Al-i İmran, 143)

            Örtünme; Müslüman şahsiyetin kılıcıdır, giydiği ayakkabıdır, okuduğu Kuran’dır. Müslüman bunlarla bir bütündür. Allah’ın kendisine gösterdiği şekilde giyinen, daha doğru bir ifade ile rabbinin emirlerini yerine getiren bir kişi hakkında yedi düvelin yanına bir yedi düvel daha katsak ne olacak ki!

            Örtünmek, rabbinin ayetlerini taşımaktır, Kuran’ın sancaktarlığını yapmaktır. Allah’ın ayetlerinin yaşadığını gösteren cihatlardan bir cihattır.  Günümüz kılıcın kalkanın değil ahlaki cihadın başladığı bir dönemdir.  Örtünen bir Müslüman’a, Allah’ın ayetlerini gururla taşıyan birisine hangi şeytan ne yapabilir ki!

            Örtünmek, yüce Rabbimizin bize bağışladığı bir nimettir. Hem de nasıl nimet; bu dünyada da yarın ahiret gününde de devam edecek olan, yalnızca Allah korkusu ile yapanların yaptıkları bir hediye.

            “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir?  Müminler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Al-i İmran, 160)

            Örtünmemek şimdilerde o kadar önemsenmeyen bir durummuş gibi görünmeye başladı. Hatta artık bunu marifet olarak yapanlardan söz dahi etmiyorum. Ama günahları küçük olarak görmek tıpkı sokaklarda plastik şişeleri toplayan kişilere benzer. Biriktire biriktire sermaye sahipleri olurlar. Örtünmeye uymayanların, ateşi kendilerine sermaye yapanlardan hiçbir farkı olmaz ki bunların finansörü şeytan olmasın.

Yalçın GEYİK

RUHUN TESETTÜRÜ

RUHUN TESETTÜRÜ

Rahman ve rahim olan Allah (cc)’ın adı ile…

Tesettüre farklı bir pencereden bakalım. Aslında aklımıza ilk gelmeyen kavramların üzerinden başlayalım konuya. İhlâs, ahlak, nefis, kalp, erdemlilik. Rabbim doğru bir şekil de öğrenmeyi,  anlatmayı ve hayatımızda uygulamayı nasip eylesin.

Allah (c.c.)’ın emrettiği hem kadının hem de erkeğin örtmesi, koruması gereken avret yerleri vardır. Bu organ ve vücut bölgelerini hem erkeğin hem de kadının düzenli şekilde koruması, kollaması gerekir. Fakat birde düzeltmesi, temizlemesi gereken bir organ daha vardır ki o da kalbidir. İnsan kalbini olabildiği kadar kötülüklerden arındırması gerekir. Çünkü kötü düşünceler bizi kötülüğe ve sapkınlığa sevk eder. “Kalbimizden geçenleri kim bilecek sanki?” deyip kötü düşünceler ile yaşayabilir ve sürekli birilerinin kuyusunu kazabiliriz… Ama bilmeliyiz ki Allah (c.c.) açığı da, gizliyi de bilir ve kalpler de olanı da ancak Allah (c.c.)  bilir. Bundan dolayı kalbimiz temiz ve kötülüklerden arındırılmış olmalı ki, hem niyetimiz hem amelimiz Salih olsun.

İnsanların birde ruh âlemi vardır. Peki, nedir bu ruh âlemi? İnsanın şeytanla baş başa kaldığı durumlardır; burada insanlar kendisiyle, nefsiyle, şeytanla savaşmak zorundadırlar. Elbette bu iş sandığımız kadar kolay olmayacaktır. Şeytan elbette tüm askerleriyle bize dört bir yandan saldıracak, tüm gücünü kullanacak ve fısıltılarıyla bizi ağına düşürmeye çalışacaktır… Peki, biz bunca zorlamaya, tuzaklara, hilelere ve oyunlara karşı koyabilecek miyiz? Şeytan ile savaşımız da kim galip gelecek? Kardeşlerim eğer biz daha yaratılmadan Allah (c.c.)’a bir söz vermişsek, eğer biz yeryüzünde Allah (c.c.)’ın halifesi isek ve eğer biz dünyaya imtihan için gönderilmişsek, kesinlikle nefsimize hâkim olmalı ve şeytanın aldatmacalarına uymamalıyız.

İnsanlar dağların bile yüklenemediği imtihanlık görevini yüklendiler ve belki bazıları farkında olmasa da hepimiz şu anda bir imtihandayız ve bu öyle bir imtihan ki kazanan cennette kaybeden cehennemde olacak. Aslında bu sınav öyle kazanamazsam seneye tekrar hazırlanırım denilebilecek bir sınav da değil; vakit dolduktan sonra ebedi cennet olarak mükâfatlanacağımız veya ebedi cehennem olarak cezalandırılacağımız bir sınavdır. Şimdi soruyorum size; bu sınavı kim kaybetmek ister? Kimse istemez. Fakat muhakkak isteyenler var ki Allah (c.c.) cehennemi yaratmış. Allah kullarına zerre miktar zulm etmez. İnşallah biz onlardan olmayalım. Baştan dediğim gibi elbette şeytan geceli gündüzlü, canını dişine takıp, her gün mesaiye kalarak bizi aldatmaya çalışacak, fakat biz Allah (c.c.)’ın izniyle onun bu tuzaklarına düşmeyeceğiz ve o güzel cennete Rabbimizin izni ile gireceğiz.

Tüm bunların ruh ile kalp ile ne ilgisi var diye sorabilirsiniz? Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; “İnsanda öyle bir organ vardır ki o iyi olursa tüm vücut iyi olur, o kötü olursa tüm vücut kötü olur, bu organ kalptir.” (Buhari, İman) Aslında hadis her şeyi bize açıklıyor.

İnsanlar yaşamlarında kalplerini kötülüklerden uzaklaştırmak zorundadırlar. İçiniz neyse dışınızda öyle olsun demiyorum ama içinizde dışınızda temiz olsun diyorum. Mesela düşünün ki bir adam kalbinden bir iyilik geçiriyor fakat imkânı olmadığından bu sevabı gerçekleştiremiyor. Allah (c.c.) kalplerde olanı bildiği için o sevabın kişinin hanesine yazılacağını söylüyor. Birde düşünün ki bir adam insanlara takvalı görüne bilmek adına sabah akşam namaz kılıyor, ama o bilmiyor ki Allah (c.c.) kalplerde olanı bilendir. Ve bilmiyor ki kendisi ve onun gibi olanlar helak olacaktır…

Kalbinde kin, fesat, hastalık olan bir insan ayrıca yapılan ibadetlerden de tat ve haz alamaz. Bu kalbinin hasta olmasından ve iç âleminin ihanet etmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak helal rızık yemek, Allah (c.c.)’ın zikrine devam etmek, Salihlere yakınlık gösterip onlara hizmet etmek, kalbinin tekrar sağlığına kavuşması için Allah (c.c.)’a yalvarmakla mümkündür. İşte o zaman kişi, yaptığı ibadet ve itaatin tadını tekrar hisseder.

Esas olan ihlâslı, ahlaklı olmaktır. Eğer kitabı başkalarına üstünlük taslamak için okuyorsak bunun âlimlikle falan ilgisi olmadığı gibi Allah (c.c.)’ın Kuran’da bahsettiği gibi kitap yüklü merkepler haline geliriz ki biz bundan Allah (c.c.)’a sığınırız.  Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ”ameller niyetlere göredir.” Diye buyurmuştur. İnsan neye niyet ederse ona ulaşır. Bizim istediğimiz cennet olsun ki ve dünyada onu kazanmak için çalışalım ki Allah (c.c.) bizi cennetle mükâfatlandırsın.

Turhan YILMAZ

TESETTÜR DE NEYMİŞ?

TESETTÜR DE NEYMİŞ?

Dinimizde gerekli olan, inancımız gereği giymemiz gereken kıyafetlerin moda adı altında değişmesi veya usulüne uygun giyilmemesi toplumumuzda hoş karşılanmayan görüşlere sebep olmaktadır. Hanım kardeşlerimizin sokağa çıkarken başkaları tarafından dikkat çekecek kıyafetler giymekten kaçınmaları, Kuran’da istenilen şekilde giydiklerinin ve Allah (c.c.) katında saygınlıklarının arttığının göstergesi olur. Kıyafet kişinin bir yönden de karakterini yansıtır. Yani kişinin etrafındakilerin gösterdiği ilgiyi, alakayı ve hepsinden önemlisi insanların nazarındaki saygınlığını gösterir.
Değerli arkadaşlar! Başlarımıza taktığımız, annelerimizin başörtü dediği, sonradan da adı türban olan veya herhangi bir farklı isimle lanse edilen ve birçok yerde ilgi odağı olan örtülerimizin; böyle gündelik konu olacak kadar büyütülmesinin sebebi acaba sadece İslamiyet’le husumet çıkarmak isteyenlerden mi kaynaklanıyor, yoksa bizim bu başörtümüzü doğru şekilde takmadığımızdan, amacına uygun onun yükümlülüğünü tam kavramamamızdan mı kaynaklanıyor?
Düşünelim bakalım, öncelikle örtü karşıtları kişilerin bu konu üstünde bilgisizce söz söylemeleri, bizim onlara baktığımız açıyla bağlantılıdır. Neden derseniz, o insanlar bizim dinimizin gereklerini bilmiyorlar. Bunda bizimde suçluluk payımız çok büyük. Kişi bilmediği konuda yorum yapmaya kalkarsa bu onun yanlısı olmakla beraber, bizimde o kişinin sözlerini dikkate almamızdan kaynaklanan bir problem haline gelir. Kişi konuştuğu konuda bilgi sahibi değilse, o konuda cahildir ve onun söyledikleri dikkate alınmamalıdır tabi. Ancak uyarılmalı ve yanlışları anlatılmalıdır. Bu tip karakterler tanımlanmalı ve asıl olan diğerleri bilgilendirilmelidir. Bizimde en büyük problemimiz özellikle genç yaştaki bayan kardeşlerimizin, biraz önce söylediğim şekilde cahil insanların söyledikleriyle onları dikkate almaları ve yaptıkları yanlışlara ortak olmalarıdır.

          Bir bayanın eşi dışında herkes namahremidir. Eşinin yanında giydiği kıyafeti dışarıda sokakta giymekten ziyade, evde yabancı biri varsa onun yanında dahi giymesi uygun değildir. Aynı şekilde evli olmayan kardeşlerimiz için de evde babası, erkek kardeşleri veya ağabeyleri olduğunda üzerlerindeki kıyafetin uygunluğuna bakmalı, “bana yakışır mı, beni beğenirler mi” şeklinden ziyade, “acaba benim üzerimdeki kıyafet babamın ve erkek kardeşlerimin bulunduğu ortama uygun düşer mi” şeklinde düşünerek hareket etmesi gerekir. Mesela; bir bayan kardeşimizin evde annesi varken üzerine giydiği pantolon, ince buluz, eşofman vb. vücudunun herhangi bir yerini belli edecek kıyafet varsa, eve gelen baba ve erkek kardeşlerinin yanında da aynı kıyafetlerle bulunması uygun değildir. Şimdi birde sokakları ele alalım: Siz diyeceksiniz, üstlerine biraz önce evde müsaadesi olmayan kıyafetleri giyseler yine razıyız. Değerli kardeşlerim; eğer sokakta bir yanlış görüyorsak bunun bir sebebi de bizden kaynaklanmaktadır. Öncelikle evladımıza yeterince dinimiz hakkında eğitim verememiş olduğumuz, sonra evimizin penceresinden dışarıya baktığımız da gördüğümüz yanlışlara göz yummamızdan, bu yanlışı yapan kardeşlerimize yeri gelir bizden yaşça büyüklerimize bu konuda bilgi veremeyişimizden kaynaklanmaktadır.

          Kimsenin giyimine kuşamına dikkat etmediği bir ortamda bizlerde, “ne olacak herkes böyle giyiniyor, bu bana daha güzel yakışıyor, beni böyle daha çok beğeniyorlar” diyerek kıyafetlerimize dikkat etmezsek, aynı yanlışları bizlerde işlemiş oluruz ve bu ilimden yoksun olanlarla aynı konuma geliriz, aynı yanlışı bizlerde üstlenmiş oluruz. Biz herkes değiliz, bu yanlışlarda biz Müslümanlara yakışmaz. Günümüzde kıyafetlerin bedene yapışması, “ne olacak üzerime giydim ya işte’’ şeklinde başlayan sözlerle daha da kötüye gidiyor. Evde bile giymemizin hoş olmadığı kıyafetlerin sokaklarda giyilmesi ve sanki bir emir gelmişte onu uyguluyormuşçasına insanların üzerlerindeki kıyafetleri atması, bizlerin daha da kötüye gittiğini gösteriyor.
Başörtüsü, başımızda sadece yüzümüzün müsaade edilmesiyle açık bırakarak taktığımız bir bez parçasıdır. Ama bu bez parçasının üzerine yüklenen sorumluluk çok büyüktür. Bu nedenle başımızı örtmek için kullandığımız bu örtüyü gösteriş için kullanmayalım. Usulüne uygun yapmıyorsak amacından saptırmayalım. Manevi değeri çok büyük olan bez parçasının moda aracı, güzellik aracı olarak kullanılması doğru değildir, bilakis çok büyük yanlıştır ki, değerini saymamak, onun mahiyetini kavrayamamak veya kavramak istememe durumunu gösterir. Başörtüsü dışında üzerimize giydiğimiz kıyafetlerin vücut hatlarımızı belli etmesi medeniyetin değil, okumuşluğun değil, kültürün değil, cahilliğin göstergesidir. Bir düşünelim yeni doğmuş bir evladımızı, nasılda sarıp sarmalarız. Önce üşümesin diye, biraz büyüdüğünde ayıptır diye. Daha bebek yaşında altı değişecek olduğunda herkesin bulunduğu yerde değil de, kimsenin olmadığı yerde değiştirir annelerimiz. Çünkü hoş değildir. Kimse kendi evladının mahrem yerlerini göstermek istemez ki, göstermez de. Yaş ilerledikçe çocuk sokağa çıkmak istediği zaman üstündeki kıyafete bakılır; çocuktur demez anneler. Öyle değil mi? Ama sonraları iş işten geçer ve anne baba istese de karışamaz artık. İstese de uygun kıyafetleri giydiremez. Hep bir eksiklik kalır. Çünkü bu bilinç daha küçük yaşta verilmeliydi. O bilinç verilmezse, sonra insanın karşısına moda çıkar. Der ki şöyle giyinirsen daha çok yakışır, bak bunu da giy ki güzel görünesin, ama kimse dini inançları içinde barındıran bir kıyafet tarif etmez. Söyledikleri bizim dinimizde var olan şeyler, ama her kıyafetinde bir yeri var ve bugün moda diye giydiklerimiz, ev ortamında belki giyebileceğimiz kıyafetlerdir. Her şeyin bir kuralı kaidesi vardır. Bizim dinimizde belirli ölçülerle örtünmemizi emretmiştir. Bize de buna uymak düşer.
Medeniyet ve ileri görüşlülük kıyafete bağlı değildir. Bu iki kavramda insanın aklını kullanmasıyla ilgili ve toplumun birliği ile ilgilidir. Kişilerin düşünceleri, hedefledikleri yerlere göz dikerek konuşmaları, ileri görüşlüğün göstergesidir. Kıyafetle ilgisi olmadığı halde ona bağlayanlara derim ki Nasrettin hocanın kıssasından; madem keramet kavukta, buyurun o zaman…
MUSTAFA SAİD CORDAL

BİR DUA;

BİR DUA;

İlâhî!
Muhammed, sallallâhu aleyhi ve sellem, ve âline rahmet gönder.
İmanımı, imanın en olgun ve yüce derecelerine ulaştır.

İnanç ve akidemi de, akidelerin en faziletli noktasına eriştir.
Niyetimi, niyetlerin en iyisine, amelimi, amellerin en güzel noktasına yücelt.

İlâhî!
Kendi lütfunla benim niyetimi olgun, saf ve berrak kıl.
İnancımı sağlam ve sabit kılarken, Kudretinle de benden doğmuş kötülükleri ıslah buyur.

Gölümün sürekli meşgul olduğu azığını yeterli kıl.
Zamanımı, yalnızca yaratılış sebebim olan şeylerde harcat. Beni Sen’den başkalarına yakarıcı kılma.
Bana Rahmet sofranı yay. Beni mal, mülk, mevki ve şöhret hırsından koru.
İzzet ve şerefimi, kibir ve gururun peşinden dolanan bir tutkun eyleme.
Beni Kendi kulluğuna râm kıl. İbadetlerimi, kendini beğenmişlik içinde yok etme.

Benim elimden insanlara hayrı yönelt. Ellerimin insanlara hep hayrı verici olmasını dilerim.
Bana Yüce ahlâkı bağışla. Beni, kendini beğenmişlikten ve kendini övmekten sakındır.

İlâhî!
Muhammed, sallallâhu aleyhi ve sellem, ve âline rahmet eyle.
Senin dininin yerine sapık yöntem ve yollar edinmeyeceğim; Senin Hakk olan yolundan sapmayacağım!
Hidayetine erişmeyi benim için de kolaylaştır.

Beni, ömrüm olduğu sürece, Sana itaat yolunda bir hizmetkâr olarak yaşat.

Rabbim!
Benim hakkımda: Kincilerin şiddetli kinini sevgiye, ıslah ehlinin kuşkularını güvene,
Yakınların düşmanlığını dostluğa, Akrabaların geçimsizliğini iyiliğe,
Akrabaların umursamazlık ve önemsemeyişlerini yardıma,
Yalnızca hoş sohbetlere dayalı arkadaşlıkları gerçek dostluğa,

Hakaret ve hafife almaya dayalı arkadaşlığı samimiyete,

Sitemcilerin acı veren korkularını tatlı bir güvenceye çevir.

İlâhî!
Bana sitem edene karşı dilimi; Benimle savaşan düşmana karşı elimi;
Ve küfürde inatlaşana karşı da imanımı muzaffer kıl.
Bana tuzak kurana karşı tuzağımı; zulmetmek isteyene karşı gücümü; beni ayıplayarak bana sövene karşı, onu yalanlayıp, ona karşı durma gücünü ve beni tehdit edene karşı selâmetimi bana bağışla.

Allah’ım!
Muhammed, sallallâhu aleyhi ve sellem, ve âlinden rahmetini esirgeme.
Bana karşı hile, ihanet ve sahtekârlıkla davranana, ihlâs ve öğüt ile karşılık vermeyi;

Benden uzaklara kaçana da iyilik ve hayır ile yaklaşmayı ihsan eyle.

Beni umutsuzluğa düşürene bağışlama ile, aleyhimde gıybet edene, onu hayır ile anarak karşılık vermeyi nasîb eyle. İyiliğe karşı şükrü, kötülüğe karşı direnmeyi de nasîb eyle.

Rabbim!
Beni, Adaletinin yaygın sofrasında sâlihlik elbisesiyle süsle.
Öfkesini yenen; Fitne ve düşmanlık ateşini söndüren; Bireyleri toparlayan; Halkın arasını bulan;
Müminlerin ayıplarını örtüp, iyiliklerini açıklayan; Yumuşak huylu; Alçakgönüllü; İyi davranışlı;

Vakar sahibi; İyi ilişkiler içinde bulunan; Öncelikle fazileti arayan; Nimetlere şükretmesini bilen;
Ne kadar zor olursa olsun, her zaman ve her yerde Hakk’ı söyleyen;

Hareket ve sözlerinde – İslâm’a uygun olduğu sürece – ısrarlı olan; Hayrı çoğaltan;

Çok olan şerri azaltmaya çalışan;
… ve diğer tüm iyi niteliklere sahip kullarının elbisesini giymeyi, onlar gibi olmayı bana da nasîb eyle.
Bu vasıfları da Sana kulluğun devamı ve olgun bir görüş sahibi olma yolunda kullanmayı nasîb eyle…

Ali Şeriâtî ’nin “Beğenilen Fiiller ve Övülen Ahlâkı İsteme Duâsı” ndan…

Bir Direniş Önderi: ZEYNEP GAZALİ

Bir Direniş Önderi: ZEYNEP GAZALİ

“Allah’ın izniyle, Kur’an’ın ve sünnetin hedeflerini kavrayan ve yolun uzunluğunu idrak edenler, İslam toplumu dirilinceye ve insanlık Kur’an ile sünnetin sancağı altında gölgeleninceye kadar haktan, hayırdan ve O’na davet etmekten sapmayacaktır. Hak yolda ve sebatla yarışıyoruz. Karşılaştığımız bütün şeylerin karşılığını Allah’tan bekliyoruz.” bu satırlar Zeynep el-Gazali’nin hayat rotası hakkında kanaat oluşturmamıza yetecektir.

Türkiye O’nu, Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır’ın yönetimi ele geçirmesinin ardından Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı tasfiye hareketine giriştiğinde sergilediği devlet teröründen nasibini alanların başında geldiği dönemde tanıdı. Başta Seyyid Kutup (Allah kendisinden razı olsun) olmak üzere Müslüman Kardeşlerin pek çok önde gelen ismi Abdünnasır’ın tasfiye hareketiyle darağacına gönderilmiş; Kardeşler Teşkilatı üyesi olan veya üyesi olduğu iddia edilen binlerce insan, kadınıyla erkeğiyle zindanlara atılmış, işkencelerden geçmiştir. Zeynep el-Gazali de o dönemde ağır işkencelerden geçen kadınların başında gelmektedir.

Zeyneb Muhammed el-Gazali el-Cubeyli Mısır’ın başkenti Kahire’nin kuzeyinde yer alan el-Buheyre vilayetinin Meyyit Yaiş Köyü’nde köylerinden birinde dünyaya geldi. Babası el-Ezher Üniversitesi’nin âlimlerindendi. Kızının yetişmesine ve İslâmî bir bilinç kazanmasına büyük önem veriyordu. Meşhur sahabe kadınlarından Nesibe binti Ka’b’ı kendine örnek alması ve onun gibi fedakâr, gayretli biri olması için kızına çoğu zaman onun adıyla hitap ediyordu.

Zeyneb Gazali on yaşına geldiğinde babası vefat etti. O da annesi ve kardeşleriyle birlikte Kahire’ye göç etti. Büyük ağabeyi Muhammed’in itiraz etmesine rağmen burada tahsilini devam ettirmek istedi. Ancak ikinci ağabeyi Ali, kız kardeşinin okumasına taraftardı ve ona kitap alıyordu. Okumasına destek veren ağabeyi Ali’nin gelip kendisini okula yazdırmasını istedi. Bu hadiseden sonra birinci sınıftan okula başlayan Zeyneb iki ay sonra bir imtihanla ikinci sınıfa geçti. Bir yandan resmi okullarda tahsilini sürdüren Zeyneb Gazali, bununla yetinmeyerek ayrıca dinî ilimlerde medrese âlimlerinden özel dersler aldı. Bunların içinde Ezher’in ileri gelen âlimleri de vardı.

Zeyneb Gazali, Kadınlar Birliği bünyesinde çalışıyordu. Ancak teşkilattaki bazı kadınlar onun faaliyetine itiraz ediyorlardı; çünkü konuşmaları çoğunlukla İslâmî bir içerik taşıyordu. Öte yandan üyesi olduğu kadın teşkilatı feminist ve Batı yanlısı görüşleriyle tanındığından Ezher âlimleri de böyle bir teşkilatın mensubu olan Zeyneb Gazali’nin camilerde vaaz vermesine karşı çıkıyorlardı. Böyle iki itiraz arasında kalan bu genç hanım her şeye rağmen çalışmalarını sürdürdü ve Kadınlar Birliği üyesi birçok bayanı görüşleriyle etkiledi.

Bir gün mutfakta yemek hazırladığı sırada gaz ocağı patladı ve Zeyneb ölümle burun buruna geldi. Bedeninin epey bir kısmı bu olayda yandı. Yeniden sağlığına kavuşması durumunda Kadınlar Birliği’ni bırakacağına dair adakta bulundu. İşte bu hadise onun hayatında bir dönüm noktası gibi oldu. Hayatından büyük ölçüde ümit kesilen Zeyneb, yeniden sağlığına kavuştu ve artık ömrünün kalan kısmını sahabe kadınlarını örnek alan hanımlar yetiştirmek için adamış bir davetçi ve dava önderi gibi çalışmaya başladı.

1937’de Müslüman Hanımlar Cemiyeti’ni kurdu ve bu cemiyetin bünyesinde topluma bilinçli, duyarlı ve bilgili kadınlar kazandırmaya başladı. Bu cemiyeti kurmasından bir yıl sonra Müslüman Kardeşler cemaatiyle irtibata geçti. Bu cemaatin kurucusu İmam Hasan el-Benna kendisine aralarına katılmasını ve Müslüman Bacılar (el-Ahevâtu’l-Muslimât) bölümünün başkanlığını yapmasını teklif etti. Önce bu teklifi reddetti. Ancak 1948’de bu cemaate katıldı. Sonraki yıllarda cemaat içinde oldukça önemli ve etkin roller üstlendi. Gazali, yıllar boyunca sürdürdüğü tebliğ çalışmalarını yürütürken devletin baskı ve zulmünü teşhir etmekten de sakınmıyordu.  Bunu yaparken de ülkesini il il, kasaba kasaba dolaşıyor, tebliğ turları düzenliyordu. Kadını ile erkeği ile toplumun her kesimine konferansları ve tebliğleri ile ulaşmaya çalışıyor; evinin kapılarını sonuna kadar açtığı gençlerle görüşmelerinde, her biri birer hakkın sesi olan davetçiler yetiştirmeye gayret ediyordu. İslamı tebliğe ve bu uğurda mazlumiyete uğrayanlara yardıma adanmış hayat serüveni içinde Pakistan, İngiltere, Amerika, Arabistan, Sudan, Ürdün ve Cezayir gibi pek çok ülkeye tebliğ çalışmaları için seyahatlerde bulunuyordu.

Davet amaçlı çok sayıda konferans veren, kitap ve makale yazan, seyahat gerçekleştiren bu değerli hanım tarihe adını yazdırmış müstesna, örnek ve önder kadın 3 Ağustos 2005 Çarşamba günü 88 yaşında vefat etti. Yüce Allah mekânını cennet eylesin. Geride yetiştirdiği binlerce genç, sayısız konferans ve makale bırakan Gazali kitapları ile halen davetine devam etmektedir. Allah ondan razı olsun.

Yayın Kurulu

TESETTÜRLÜ ERKEK OL(MA)MAK

TESETTÜRLÜ ERKEK OL(MA)MAK

Tesettür deyince hepimizin aklına hemen bayanlar geliyor. Tesettürün bayanlara mal edilmesi yanlış değil ancak erkekler için de giyinmenin bir ölçüsü vardır. Yürümenin, etrafına bakmanın, insanlarla bir arada otururken konuşmanın bir adabı vardır.

            Dünyada üretici firmalarına yüksek satışlar yaptırmaktan başka bir işe yaramayan moda sadece bayanlarla ilgilenmiyor, erkekleri de değişik kılıklara sokmayı başarıyor. Özellikle son yıllarda reklamlarda oynayacak adayların Hollywood’dan seçilmesi, moda salgınının önüne geçilmesini bir hayli zorlaştırıyor. Zaman geçtikçe modaya yapılan yatırımlar arttırılıyor ve moda insanları hayâsızlaştırmada en iyi araç olarak kullanılıyor. Bir genç küpe takarken niçin taktığını bile bilmiyor ya da saçını başını sivriltirken niçin yaptığını bilmiyor. Sadece birisinde gördüğü için o da yapma ihtiyacı hissediyor. İnsanlar eğer boş vakitlere sahip olurlar ve bu vakitlerde ne yapacaklarını da bilmezlerse, o zaman boş işlerle uğraşırlar. Tıpkı son dönem modern Müslümanların boş işlerle uğraştıkları gibi. Halbuki okunacak o kadar kitap, konuşulacak o kadar insan ve gezilecek o kadar çok yer, yapılacak o kadar çok proje vardır ki… Ancak kendisini ‘zehirli kutu’lara hapseden insanlar o kutunun neyin propagandasını yaptığını bile bilmeden ve hiç sıkılmadan o programdan o programa atlayarak bütün zamanlarını heder ediyorlar. Müslümanların hayatlarına bulaşan bütün Batı pislikleri televizyon yüzünden olmuştur.

            “Peki, moda ne yapıyor?” sorusunu şu şekilde cevaplamak mümkündür; moda insanların düşünmelerini engeller. Öyle ki ‘biz senin hangisini seçeceğini senden daha iyi biliyoruz’ demeye çalışırlar. Zaten düşünen insanlar modaya uymazlar, modayı kendilerine uydururlar. Moda dünyanın tamamına ihracat yapan firmaların satışlarını katlar.

 Erkeğin tesettürünün ölçüsü sadece göbek ile diz kapağı arasının örtülü olmasından ibaret değildir. Bir erkek göründüğünde bir bayanı anımsatmayacak, bir bayan da göründüğünde erkeği anımsatmayacak. Ancak yaşadığımız çağda eşitlik adı altında bayanların cinselliği ön plana çıkarılmaya çalışılıyor ve erkekler de bayanlara benzetilmeye çalışılıyor. Şunu da itiraf etmek gerekir ki küfürde sınır yoktur. İnsanlar bir sapıklığa alışır ve ona doyarlarsa başka bir sapıklığı icat ederler ve bu böyle devam eder gider. Maalesef Müslümanlar da küfre karşı vermiş oldukları mücadelede geri adım atmaya başlamış ve Batılıları adım adım takip etmeye başlamıştır. Gerçi Hz. Muhammed (s.a.v.) bundan bin dört yüz yıl önce Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanları adım adım takip edeceklerini söylemiş ve devamında onlar keler deliğine bile girseler Müslümanların da aynı şeyi yapacaklarını söylemiştir. Biz Müslümanlar da Allah Resulü (s.a.v.) böyle söylediği için elimizi kolumuzu bağlayıp bekleyecek değiliz. İslam’ı yanlış tanımış veya hiç tanıyamamış Müslümanlara gerçek Müslümanlığı anlatmak da yine Müslümanların asli vazifelerindendir.

Günümüz İslam dünyasında yayılan ve bir salgın gibi insanları değiştiren batıcılık hastalığı karşısında şöyle bir düşünmek gerekiyor. İslamiyet altın çağlarını yaşadığı  yıllardan sonra gerilemeye başladı. Çünkü İslam düşmanları kendi davalarını ne pahasına olursa olsun savunuyorlardı. Oysa Müslümanlara bulaşan Batıcılık hastalığını biz Müslümanlar yüzyıllardır hala içimizden atamadık. Burada şu gerçek ortaya çıkıyor; biz, İslam düşmanlarının batıl olan davalarına sahip çıktıkları kadar hak olan davamıza sahip çıkamıyoruz.  Şöyle bir vaka duysak ağzımız açık kalır; Müslüman bir devlette eğitimine devam edecek kız İslamiyet’i seçmediği halde başörtüsü taktı. Oysa tersine her gün rastlıyoruz, hatta Müslüman devletlerde bu vakalar daha çok yaşanıyor.

Gün erkeklerin de tesettüre bürünme zamanıdır. Nasıl ki tesettürlü bir bayan göründüğünde Allah’ı hatırlatıyorsa, bir erkek de göründüğünde Allah’ı hatırlatmalıdır. Erkeğin selamı onun tesettürüdür. Erkeğin konuşması onun tesettürüdür. Erkeğin takıldığı arkadaşları, sosyal paylaşım sitelerinde paylaştığı ve beğendiği her video ya da yorum, okuduğu gazete ve dergiler, başkalarına gönderdiği mesajlar o erkeğin tesettürüdür. Erkeğin eşi onun tesettürüdür. Örnekleri bu şekilde çoğaltmak mümkündür.

Denilebilir ki bir Müslüman’ın saçını kirpi gibi yapması niçin uygun değildir? Efendimiz (s.a.v.) bir Müslüman’ın üzerinde gördüğü elbiseyi Müslüman olmayan birinin üzerinde de gördüğü zaman Müslüman’a kıyafetini değiştirmesini emrederdi. Buradan anlıyoruz ki bir Müslüman, Müslüman olmayan birine asla benzeyemez. Burada bir hadise daha dikkat etmek de fayda vardır: “Allah’a yemin olsun ki, beni anne-babanızdan, evladınızdan ve bütün sevdiklerinizden daha çok sevmedikçe Cennet’e giremezsiniz.” Bir Müslüman’ın Resulullah (s.a.v.)’i tüm sevdiklerinden çok sevdikten sonra bir sanatçıyı, artisti, futbolcuyu ya da sıradan bir insanı taklit etmesi düşünülemez. Öyleyse biz de Allah Resulü (s.a.v.)’i seviyorsak ya da sevdiğimizi iddia ediyorsak sadece O’na benzemeye çalışmalıyız.

Adem YÜCE